haberler güncel siyaset gündem spor sağlık magazin teknoloji haberleri

Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
haberler güncel siyaset gündem spor sağlık magazin teknoloji haberleri

haberler güncel siyaset gündem spor sağlık magazin teknoloji haberleri


    Psikanaliz ve Edebiyat

    avatar
    nameisfatih


    Mesaj Sayısı : 1201
    Kayıt tarihi : 17/11/10

    Psikanaliz ve Edebiyat Empty Psikanaliz ve Edebiyat

    Mesaj  nameisfatih C.tesi Kas. 27, 2010 4:07 am

    Edebiyat ile psikodinamik ve psikiyatrik olarak en ciddi ilgilenen bilim adamı hiç kuşkusuz Freud’dur. Freud’un bilinçaltı ile buna bağlı olarak geliştirdiği cinsel baskılama ve dışavurum kuramları ilk olarak bizzat Freud tarafından edebiyata uygulanmıştır. Freud’un teorilerini geliştirirken Antik Yunan Edebiyatı ve mitolojilerinden gereğinden fazla yararlandığı da bilinen bir gerçektir.

    Freud’un edebiyat sürecine hep dışarıdan baktığı ürüne çok ilgi göstermekle birlikte yaratım sürecini zihninde canlandıramadığı ve bu yüzden de edebiyata ve edebiyatçıya buz gibi bir bilim adamı soğukluğu ile yaklaşarak işin sırrına eremediği sıklıkla iddia edilmiştir. Oysa tarafsız bir inceleme gösterecektir ki Freud edebiyat ve edebiyatçıya yaklaşırken olabildiğince alçakgönüllü davranmış ve eseri diğer psikanalistler gibi yargılamak yerine analizlerini ‘sanat eseri eleştirisi’ sınırlarının dışına çıkmadan sunmaya olabildiğince özen göstermiştir.

    Birçok bilim adamı sanatçıyı ve dolayısıyla da edebiyatçıyı psikopatolojik bir travma içerisinde görürken Freud tam tersine yaratıcılığın psikopatoloji ile değil normal psikodinamik ile daha yakından ilgili olduğunu savunmuştur.

    Edebiyatçı yaratıcılık sürecinde bilinçdışının imge ve simgelerini kullanır; kullanmak zorundadır. Bu bir yaratıcı ego gerilemesidir. Edebiyatçı bütünleşmiş bir egoya sahipse bu gerileme ile kolaylıkla başa çıkar ve yarattıkları kâğıt üzerinde kalır; gerçek hayatını etkilemez. Fakat iyi bütünleşmemiş bir ego sahibiyse söz konusu edebiyatçı sanatsal yaratı süreci içerisinde iken kendisini kolaylıkla bir psikozun orta yerinde bulabilir.

    Freud ve psikanaliz düşüncesi sanatçının tüm faaliyetlerini bilinçdışı alanlara indirger. Freud burada oldukça yanılmış diğer konulardaki üstün analiz yeteneğine rağmen kuramının çok ama çok doğru olduğuna o kadar inanmıştır ki estetik kaygıyı neredeyse yaratıcı sürecin dışında tutmuştur. Bu nedenle psikanaliz yaratma süreci ile ilgili ancak belirli düzeyde ve belirli bir çerçeve içerisinde görüş sunabilir. Freud da zaten ilerleyen yaşlarında psikanalizin sanatsal yeteneğin doğasını aydınlatma ve sanatçının çalışma yöntemlerini açıklama konularında hiçbir şey yapamadığını itiraf etmiştir.

    Freud’un bu konudaki bir diğer önemli görüşü de yazma eylemini oyun oynama eylemi ile eşitlemesidir. “Çocuk oyun oynarken ne yaparsa yaratıcı yazar da aynı şeyi yazarken yapar.” görüşünü öne sürerek yazma eyleminin bir öğrenme ve eğlence kaynağı olduğu kadar bir deşarj kaynağı olarak da kullanıldığının altını çizer. Çocuk oyun oynayamayacak kadar büyüdüğünde fanaaai kurmaya başlar. Freud aynı zamanda mutlu kişilerin asla fanaaai kuramadığı görüşünü de öne sürer. Böylece edebiyatçıları doyumsuz kişiler olarak betimleyip onların yapıtlarını da doyumsuzluklarının bir dışavurumu ya da eşdoyurumu olarak kabul eder.


    Freud yaratıcı yazarlığı bu biçimde ‘sadece fanaaaiden ibaret bir şey’ olarak küçümser ve estetik kaygıları da neredeyse hiçbir önemi yokmuşçasına devreden çıkartır. Freud’un sanata ve edebiyata bakış açısındaki temel problem de şundan başka bir şey değildir: Estetik değerlendirmeden yoksun bir bilim adamı vurdumduymazlığı.

    Öte yandan sanatçılara çok daha yakın duran kendisi de bir sanatçı olan Jung’ın sanata ve sanatçıya bakışı daha yakın ve sıcaktır. Kolektif bilinçdışının taşıyıcıları olarak sanatçıyı insanlık tarihinde üstün özelliklerle ayrı bir yere koyar ve onu Freud’un aksine yüceltir. Jung kişisel bilinçdışının kolektif bilinçdışının bir parçası olduğunu ve bu bilinçdışı alanının insansal ve hayvansal geçmişten ‘arşetipler’ içerdiğini öne sürer. Yaratıcı yazma yeteneği olan insanlarda bu arşetiplerin bilinçdışı canlanışı gerçekleşir ve bu insanlar sanatsal yapıtlarını böylece ortaya koyarlar.

    Edebiyatçılar bu açıdan bakıldığında insanlığın ortak bilinçdışı deneyim ve kültürel özelliklerini çağa ve yaşanılan güne taşıyan kişiler olarak evrensel bir işlev görmektedirler. Nevrozlar ya da başka psişik rahatsızlıklarda da arşetipsel belirtiler ortaya çıkabilmektedir; fakat sanatçılığı başka bir deyişle yaratıcılığı bir nevroz belirtisi olarak görmek mümkün değildir. Freud’un gözden kaçırdığı bu ayrımı Jung ortaya koymuştur.

      Forum Saati Salı Mayıs 14, 2024 7:27 am